Yaşayan her canlı ölümle doludur. Çünkü o, yaşama iradesidir.
Ben doğmadan önce ‘ben’
isem, ve her ‘ben’ diyen doğmazdan önce ‘ben’ ise; ölümden sonra da ‘ben’
olacaktır.
--Bu durumda ebedi
sonsuzluk mevcuttur.
Ancak bu iki zamanın
(doğmazdan önce-ölümden sonra) arasına ‘hayat’ gibi kısa ve sınırlı ‘düş’
girer. Bu konumda hayata ‘düş’ demek mümkündür; doğum ile ölüm arasında bulunan
bir uyku halidir.
Ölü bir bedeni belli
eden, yüzündeki mimiksizlik ve soğuk tenidir. Bu bedene bakınca; onun kan
akışını sağlayan ve yaşamasını sağlayan ‘bir şey’in artık onda olmadığını
söyleyebiliriz. Buna, beynin de ötesinde, ruh veya zihin denebilir.
Ölüm anında zihin
bedeni terk eder.
Ve, doğumdan öncesi
bir ‘hiç’ ise; ölümden sonra da ‘hiç’ olacaktır.
Epikuros: “Biz varken ölüm
yoktur. Ölüm varken biz yokuz.”
Fakat, doğmazdan önce
bir ‘ben’ yoktur. Farkındalık olmadığı gibi, zihnin varlığından da söz
edilemez. Bununla birlikte, ölümden sonraki hayatın, doğumdan önceki zamandan
hiçbir farkı yoktur. İkisi de ‘hiç’liktir.
Netice olarak; hayat,
bir ‘düş’ olarak algılanabilir, ya da tamamiyle ve tek gerçekliktir. Doğumun ve
ölümün olduğu kadar gerçek.
-Not Defterinden-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder