19 Eylül 2012 Çarşamba

Ölümün Düşsel/Gerçekliği Üzerine


             Yaşayan her canlı ölümle doludur. Çünkü o, yaşama iradesidir.
            Ben doğmadan önce ‘ben’ isem, ve her ‘ben’ diyen doğmazdan önce ‘ben’ ise; ölümden sonra da ‘ben’ olacaktır.
            --Bu durumda ebedi sonsuzluk mevcuttur.
            Ancak bu iki zamanın (doğmazdan önce-ölümden sonra) arasına ‘hayat’ gibi kısa ve sınırlı ‘düş’ girer. Bu konumda hayata ‘düş’ demek mümkündür; doğum ile ölüm arasında bulunan bir uyku halidir.
            Ölü bir bedeni belli eden, yüzündeki mimiksizlik ve soğuk tenidir. Bu bedene bakınca; onun kan akışını sağlayan ve yaşamasını sağlayan ‘bir şey’in artık onda olmadığını söyleyebiliriz. Buna, beynin de ötesinde, ruh veya zihin denebilir.
            Ölüm anında zihin bedeni terk eder.
            Ve, doğumdan öncesi bir ‘hiç’ ise; ölümden sonra da ‘hiç’ olacaktır.
            Epikuros: “Biz varken ölüm yoktur. Ölüm varken biz yokuz.”
            Fakat, doğmazdan önce bir ‘ben’ yoktur. Farkındalık olmadığı gibi, zihnin varlığından da söz edilemez. Bununla birlikte, ölümden sonraki hayatın, doğumdan önceki zamandan hiçbir farkı yoktur. İkisi de ‘hiç’liktir.
            Netice olarak; hayat, bir ‘düş’ olarak algılanabilir, ya da tamamiyle ve tek gerçekliktir. Doğumun ve ölümün olduğu kadar gerçek.

-Not Defterinden-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder