Neydi, ‘sen
ile ben’i, biz yapan?...
‘Biz’ kavramı… Bir birliktelik içeriyor kanında. Üçüncü bir
kavram-varlık yok orada. Biz olmak, -sen ile ben- bir fedakârlık ürünü… Peki,
‘sen ile ben’i bu fedakârlığa iten ne idi?...
--
İnsan
birisini, o olduğu için mi sever, yoksa aklındaki o olabilecek diye mi?
--
Bir
beklenti vardır sevgi’de. Bir arayış sonucu çıkmamış mıdır sevgi? Çünkü sevgi,
bir eylemdir. (Sev-gi). Eylemlerin ise bir ‘istem’i vardır. Bir karar aşaması…
Sevgi bir eylem ise bir ‘karar’ barındırır. Yani ‘istem’lilik. Sevgiyi istemek
gerekir. Onu eline alabilmek…. Sevgi, olağandışı değil, olağandır. Bir hazırlık
neticesidir.
--
Sen ile
ben, -biz- sevmiştik birbirimizi. Değil mi?
Çünkü biz,
sen ile ben, karar vermiştik. Biz karar verebilenlerdendik.
Karar vermek bir sorumluluk gerektirir. Bir yürek… Kalp…
Biz başarmıştık bunu. Hem de derinlemesine…
‘Sorumluluk’
neden önemlidir biliyor musun: Bir parça gibi olur insanda. O işin sonrasından
gelecek neticeleri de göğüsleyebilmen gerekecektir; sorumluluk olduğu zaman.
‘Sorumlu’ olmak.
--
Kavuşamamak
mıydı ‘sen ile ben’im çok sarsılan taşımız?.
Oysa biz, ne kadar büyük titizlikle dizmiştik taşlarımızı,
bu ‘ilişki’nin temeline. Niceleri ‘biz’im olacaktı, burada. Bir cennet gibi… Ya
da cennette yağan bir yağmur…
Hiçbir şey
dört dörtlük olamıyor ya hani… Olamadı. ‘sen ile ben’.
Belki de
oldu!... Sen bana dokundun, ben sana. Bir düşünsene; ‘sen’ de var burada ‘ben’
de. Bu da yetmez miydi ‘sen ile ben’i biz yapmaya?!...
“Ne
demektir dokunmak
ya da Ne yapar bir el
senin saçınla
benim hayalimde”
-W [ViVa] XLVII
(1983)-
Bu,
‘sevgi’, ‘istem’ kavramlarına bakmayalım şimdi. Aslında olmuştuk, ‘sen ile
ben’; biz. Neden biliyor musun:
Ben bir eylemi yaparken hatırıma sen geliyorsan eğer, Sen
bir eylemi yapıyorken hatırına ben geliyorsam eğer, olmuşuzdur, ‘biz’. El ele buluşmak değildir ki ‘bir ol’mak.
‘Bir’liği hissetmektir. Tek bir ‘bir’liği… ‘Biz’ olmasa da, akıllarımız
buluşur, ‘bir’ yerde, ‘bir’ zaman, ‘bir’ an…
İnsan sevdiği ile beraberdir.
-Hadis-i Şerif-
--
Kısa bir
zaman geçti elimize… Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi olan –bitmemesini
arzuladığımız- o günler… Sağlam duruyorduk ‘senin’ le… Hiç yıkılmayacakmış
gibi… Zor zamanların üstesinden ustalıkla gelecektik ‘bir’likte. Bir kaldık.
‘bir’ lik ile baş ettik zorluklarımızla. Senin gözyaşların vardı benim
gözlerimde, benim haykırışlarım senin kulaklarında... –belki de-
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz
seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum;
bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi
renk
Birleşiyoruz sessizce.
-Edip Cansever YER ÇEKİMLİ KARANFİL
(1957)-
Senin
pencerenden bakacağım, o ‘eski’ pencerenden… Hiç umursamıyormuş gibi görünüyor
oradan, bu içimde yeşeren duygular. Bu, gittikçe büyüyen, yeşeren ağaç, meyve
vermek uğruna değilmiş gibi gözüküyor –gözükmüştür-.
Her ağacın
hayalidir, gökyüzüne değmek.
“Bir ağaç ne kadar
yükseğe çıkmışsa, kökleri o kadar iner derine, karanlığa…” Nietzsche. --
Ben,
özledim, ‘sen ile’ yi.
Kimselerin elde edemeyeceği bir duygu vardı aramızda. Adını
koyamadığım(ız). ‘Sen ile ben’i bağlayan bu duyguydu aslında. Adı sanki
“anlamak”, “anlaşmak”, “anlamlandırmak” gibi… Bir ‘anlam’ vardı bu duyguda.
Şimdi, hiçbir kimsenin, arayıp dahi bulamadığı, ‘anlam’.
Uzak
diyarlara göçmüş ‘anlam’.
--
Hep sağlam
durmaya çalıştım. Öyle olmalıydım. Eğer tökezlersem, hep sürüneceğimi düşündüm
çünkü. Sen, sürünen bir ‘ben’i hak etmezdin.
Ama, bu,
buluşamayan ‘biz, hak ettik mi, birbirimizi?
“Hak
etmek”; bir uğraş sonucunu çağrıştırıyor. Bir ‘eylem’ olmalı hak etmekte, hak
etmenin öncesinde. Ama dedim ya sana; sevgi, istemlilik ile bir eylemdir. Sen
‘ben’i, Ben ‘sen’i hak ettik.
Hak
etmeliydik; birbirimize erişebilmek için. Bedenlerin kavuşamadığı yerde,
ruhlarımızı birbirine kenetleyebilmek için...
--Hak etmiş olmalıydık.
--Hak ettik
-- mi?
Şimdi
ikimiz de ‘mahrumuz’, o duygudan, o ‘anlam’dan. Bakma, özlem içerisindeyiz,
ikimiz (de). Engellerimiz var. ‘iki’mizin engelleri. Bak! Bunlara bile
‘birlikte’ –‘bir’likte- sahip olabiliyoruz. Biz, paylaşıyoruz. İyi-Kötü
eylemlerimizde, tekil şahıslar(ımız) olmuyor.
Hiçbir zaman olmadı (da) aslında.
Konuşmasak
da biz, hep, birlikte olmamış mıydık?!... Şimdi, sana bu yazıyı
ulaştırabiliyorsam eğer ben, ‘sen’ ve ‘ben’ hiç tek kalmamış(ız)dır.
Paylaşmak,
iki birey gerektiriyor. İki ‘bir’eyin kendilerini tek gördüğü, ‘paylaştığı’.
Bir fedakârlık gerektiriyor paylaşmak. Sen elde ettiklerini bir başkasına
sunuyorsun çünkü. Bir başkası ile beraber kullanıyor, yaşıyorsun. –İlk
paragraf, ikinci satırda dedim; “Biz olmak, -sen ile ben- bir fedakârlık
ürünü…- ‘Sen ile ben’i biz yapan?...
--
Ne kadar uzaklarda gezinirlerse, o kadar az
bulabilirler aradıklarını. Onlar, yolunu şaşırmış biri gibi yürürler: ne kadar
ötelere yürüse, o kadar yanılgıya giden biri.
-Meister Eckehart “Reden der
Unterweisung”,3 Quint 1955, S.56
Peki, sen
ile ben, biz olduysak eğer, neden şimdi sen, “başka” ‘biri ile’sin?...
İşte bu, cevap veremediğim soru… Cevap veremeyeceğim soru…
Hatalar mı
vardır, yoksa, kaybetmiş olmak mı… Fakat kaybetmek, bir elde etmenin zıttı
değil midir?!... Ben, seni elde edebildim mi?...
Ben, ‘sen
ile’ olabildim mi?
---
Aslında,
aramızda bulunan “ile”, geçmiş zamanın bağlacı mıydı?... Yani ‘biz’, şimdiki
zamanın içerisinde çoktan çürüyüp gittik, ‘parça’landık mı?
“Çok eski çağlarda, ilk insanlar, şimdiki
görünümde değildir. Onların dört kolları, dört bacakları vardır. Hızlı
koşabilme, hızlı düşünebilme, kavrayabilme yetisine sahiptirler. Cinsel
uzuvları da hem erkek hem kadındır. Şuan ki insanlardan çok üstün durumdadırlar.
Bu devasa güçlerle birlikte, onlar,
toplanıp Tanrı’lara savaş açmaya başlamışlar. Bu durum Tanrı’ları düşüncelere
ve telaşa boğmuş. Ve oturup bir çözüm bulmaya çalışmışlar. İnsanları yok
edemezlermiş. İnsanlar, hem onların amacına hizmet edecek, hem de onlara savaş
açamayacak güçte olmalılarmış. Ama bunu nasıl yapabilirler?
Zeus atılmış; “Buldum!” diye. Zeus:
insanları, bir meyve gibi ikiye bölelim demiş. –Kadın ve Erkek- Bu sayede hem
Tanrı’ların amaçlarına hizmet edebilecek, hem de onlara savaş açabilecek güçte
olmayacaklar, yarım olacaklarmış.
Ve insan, yaşamı boyunca, kendisini
tamamlamak ve gücüne erişebilmek için kendi ‘yarı’mını arar dururmuş. O’nu
bulduğu zaman bir ‘tam’ olabilecekmiş.”
Bu dünya
üzerinde bir ‘yarı’mın var ve ona ulaşmak için çabalıyorsun. Aslında ‘bir’eyin
tek ve yegâne amacı budur. ‘Birlik’te olabilmek, yarımıyla, yarısıyla… Bu amaç
uğruna insan, Tanrı’ların amaçlarına hizmet eder, çaresizce.
İki yarımın
‘bir’ olduğunu düşünsene: Bu Tanrı’ların da üzerinde bir şey olacaktır. Tüm
yeşilliklerden de yeşil, akarsulardan da gür, güneşten de aydınlık…
İki aklın
‘bir’ olduğunu… İki bedende ‘bir’ olmak…
Şimdi
soruyorum kendime, sana “dokunamamamın” nedeni bu mudur diye?! Saçma belki.
Belki çok batıl…
Bazen bu
düşüncelerim, beni bir ‘çeyrek’ insan olarak görmeme neden oluyor.
Tamamlanamayacak bir ‘yarı’m…
--
“Ulaşılmaz”
demiyorum sana. Öyle çağırmıyorum adını zihnimde. Çünkü sen benim ‘ulaşamadı’ğım
değilsin. El ele tutuşup bakışamasak da sen ile ben, çoğu zaman gözlerimizi
aynı yere çevirdik, yan yanaymışçasına. ‘Bir’likte olamasak da, uzaklara daldı
gözlerimiz (!)
--
Sevgi bu;
belki de ‘aşk’ denir adına, iki kişi barındırır içinde. Ne eksiği ne fazlası…
-Sen ile Ben- Fakat şimdi tek bir pencereden bakıyorum bu edime. Ancak,
göremiyorum ki bu ‘sevgi’de “Ben” üçüncü bir tekil şahıs…
İşime
gelmiyor belki de görmek.
Çoğu kez
sordum kendime; aklı birinde, kalbi birinde olabilir mi ‘tek’ birinin? Bir
‘yarım’ bedeni, bölebilir mi bir ‘yarı’ya ?
-İmkansız!
Akıl-Kalp
de birer ‘tam’amlayıcı edimdir. Akıl, ne kalpten ayrı tutulabilir aslında, Kalp
de ne akıldan ayrı tutulabilir. Bu iki kavram –Akıl-Kalp- sıkça didişen birer
‘tam’ gibidir. Biri giderse, diğeri onu ölesiye özler. Onlar çelişseler de,
onsuz yapamayacağını bilir her ikisi de.
Bu kadar
birbirine ‘bağlı’lık içerisinde, kim bölebilir onları bir yarıya?!...
-İmkansız!...
--
“Özlem”
ister sevgi. Bir diğer eylem… Eylemler zinciri… Özlemek ister Sevgi. Özlemek;
sıkı tutar iki bireyi. Sevgide olmalıdır, özlem. (Türkçenin güzel bir oyunudur[
Öz-lem].) İçerisinde “öz”ü barındırır. Bir ‘nesne’ye duyulmaz özlem, bir bireye
duyulur – gerçek anlamda -. Kişinin “öz”üne yaptığı bir eylem…
Sen, Ben’i
gerçekten özlüyor musun?
Telaşlanıyorum, bu soruyu sorarken: O, ‘ben’i gerçekten
özlüyor mu? Beni bu soruyu sormaya iten Akıl-Kalp ‘birlikteliği’. Çünkü Sen’in
aklın da, kalbin de dolu.
Ama insan,
bir yer açar, ilişkisi için, kendinde… Bunu uzun bir koridor olarak düşünelim;
her ilişki, yeni bir kapının anahtarı gibidir. O odaya, o ‘ilişki’ içerisinde
olanlar girebilir. (Aldatmak- bu odaya üçüncü bir kişi sokmaktır. [Al-datmak]
Ve kişi karşısındakini değil, kendisini aldatır bu şekilde.)
İlişki
gitse de oradan, o oda hep orada duracaktır. Çünkü o koridor, yaşamla birlikte
uzar gider. Aradan ne bir kapı çıkarılabilir, ne de koridorun akıbeti
değiştirilebilir.
--
Neydi
bizim, bu kadar kısa sürede yaşadıklarımız? Elbette bir ‘anlam’ı vardır, ‘her
şeyin’.
Bir “başlangıç” mıydı, yoksa
her şeyi içinde barındırıyor muydu?
İlişki; iki
insanın oluşturduğu ve daha sonra o iki insandan bağımsız olarak yaşayan bir
kavram. İlişkiyi yaratan iki kişidir, fakat sonra ilişki bunların üzerine
geçer. Bağımsızlığını edinir. O karar verir, neyin ne olacağına. Zaman ile...
İlişkiyi,
‘ateş’ gibi düşünülebilir. Şöyle ki; ateşi yakan iki etken vardır –en temelde-;
gaz ve kıvılcım. İkisi, birlikte, ateşi yaratır. O ‘ateş’ tek başına, zamanla
büyür, büyür, büyür...
İki etken artık ateşin
sıcaklığı ile ısınmaktadır, hiçbir şey yapmadan. –Arada bir üflemek gerekir
elbette- Ve bu ateş, kendisini oluşturan iki etkenin çok ötesine geçer, büyür.
Kontrol edilemez bir hâle ulaşır.
-- Ancak ‘ateş’ yandıkça ısı verir.
Biliyor musun az
az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
-Edip Cansever YERÇEKİMLİ KARANFİL-
--
Senin
önümde, bana bakarak, geri geri yürüyüşün...
Her zaman göz gözeymişiz hissini veriyor bana. Her zaman karşılıklı duruyor,
birbirimize gülümsüyoruz... Sen yürüyorsun, ben yürüyorum, aramızda yollar,
deniz, vapurlar...
İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman
zaman
Ancak parmak uçlarıyla
değebilen
İki kol.
-Cemal Süreya –İKİ KALP-
--
Sen ile,
müziksiz, dans edişimiz... Belki de aynı şarkı çınladı kulaklarımızda o sıra.
Belki de biz, iki farklı müzikte, aynı dansı oynadık. Birbirimize kenetlenmiş
bir şekilde.
Sana ben anlatırdım
Şarkıların dilini,
Sen burada, sen burada
olsaydın,
Gelirdi kulağına,
Unuttukça mutluyum,
Mutluyum unuttukça
Derdi bir ses, sıcacık..
Ama ben mutluluğa
İçimden inansaydım.
-Özdemir Asaf -ŞARKI-
Saçlarının,
hiç beklemediğim zamanlarda yüzüme değerek beni gıdıklamasından hoşlanıyorum.
Sanki ruhuma dokunuyor gibisin... Saçların, senin ile, bana muzip bir oyun
oynuyorlar gibi... Etkisi haftalarca, aylarca...sürecek bir oyun.
--
Hiç kimse
olmak, ‘hiç’ kimse olmaktan iyidir.
--
Aynaların
dili olur, yalnızlıkta.
--