21 Temmuz 2012 Cumartesi

Sütlü Koğulombiya

‘Abidik gubidik’ isimli içeceklerin olduğu o kafede buluştuk. Üzerinde çiçek desenleri olan bir elbise, ayaklarınada turuncu olduğunu tahmin ettiğim, fakat yılların yüküyle rengini bırakmış bir çift babet iliştirmiş. ‘İliştirmiş’ diyorum, çünkü babet; ayak parmaklarıyla bile ‘dekolte’ verebilenlerin yegane pabucu.
            Üzerimde mavi bir gömlek var. Onu, krem rengi kaprim ile ‘kombinledim’. Kısa çoraplarımın hepsi yıkanıyor olduğu için; uzun çoraplarımdan koyu olanları giyip,bileğime doğru kıvırmıştım.
            Kafenin önüne ‘atılmış’ bir masaya geçtikten sonra; ne içersin diye sordum; kişisel-servis’ti (self-service’yi böyle çevirdim), ben gidip alacaktım. ‘Öörl Gırey’ içmek istediğini söyledi. Tabi dedim. Kasaya doğru emin adımlarla ilerlerken; ‘Siyah çay’ ‘Koyu çay’ ‘Ya usta varya hani pakedi siyah bi çay’  gibi kelimeleri-cümleyi aklımda çeviriyor; kendimi ‘öörl gırey’ demekten gayri ihtiyari kurtarmaya çalışıyordum.
            Kasaya vardığımda, önümdeki ‘hanımefendi’nin alışverişini, bir elim çenemde, hayranlıkla izledim.  Kurduğu cümleler, kullandığı kelimeler o kadar akıcı ve seri bir şekilde ilerliyor ki; dili, ağzının içinde bir o yana bir bu yana, aşkla, şevkle dans ediyor gibiydi kelimelerle:
            -Bu alıntıda, cümlenin, kelimeleri ve kullanım hataları tamamiyle korunmuştur-
            “Ben bi karamel moçiyato istiyorum. Yanında moka frappiçino istiyorum. Sonraa… bi de veri beri muffin olsun. Yha bu kıroyisantların kaşarlı olanlarından var mı? Ben peynir sevmiyorum da! Bi de ne kadardı bu?”
            Akıcı konuşmasını soru ile bitiren bu frappiçinolu hanım tüm ilgiyi, parmağını dayadığı camın ardında duran, ekmek arası peynir –domatese çekti. Kasiyer ile birlikte bu ‘muazzam’ gıdaya çevirdik gözlerimizi. Ardından duyduğumuz fiyat, frappiçinolu hanım ile beni bayağı şaşırttı; 5TL.
            Frappiçino hanım bu fiyata “Yhaaa! Çok ucuz!” diye tepki verirken, ben, içimden; “Ben evde çok daha ucuza yaparım lan. Hem çeşitte var. Salçalı ekmek, sucuklu ekmek…” dedim.
            Sıra bana geldiğinde; “Bi tane ‘siyah çay’ bi tane de ‘sütlü kahve’ alabilir miyim?” dedim. “Çayınız fincanda mı olsun efendim?” diye sordu. Çayda herhangi bir sorun yaşamamış olmamız beni mutlu etti. Ağzımı geğdirmeden kolaylıkla işimi halletmiştim. “Evet, lütfen.” Dedim. “Peki, kahveniz filtre kahve mi olacak?” diye sordu. “Süt var mı onda?” dedim. “Yok” dedi. “Sütlüsünden olsun ya, ben pek isimlerini bilmiyorum da..” diyerek bir gülüş kondurdum yüzüme. Gülüşümün iticiliğini; peynir-ekmeğin vitrin camında yansıyan yüzümü gördükten sonra fark ettim ve hemen toparlandım. “Orta boy mu?” diye sordu. Artık “efendim” hitabı kalmamıştı ilişkimizde. Bu isimleri bilmeyen birisine nasıl “efendim” diyebilirdi ki?! O an; Fırappiçinolu ‘hanımefendi’ye imrendim. “Küçük boy olsun.” Dedim.
            Tutarı söyledikten sonra cebimden 20TL çıkararak ona uzattım. Parayı iyice açtı, gerdi, ışıklara doğrulttu ve kasaya yolladı. O sırada kasaya yaklaşan bir diğer arkadaşına, para üstü seromonisini devrederek içecekleri hazırlamaya koyuldu.
            O sırada, kasaya gelen yeni arkadaş, 20TL mi hafifçe havaya kaldırarak; “Buradan bi ‘öörl gırey’ bi de kolombiya mı alıyorum?” diye sordu.
            Sütlü kahvem, 'Sütlü Kolombiya' olmuştu.

           İçecekleri aldıktan sonra masaya geri döndüm. Bacak bacak üzerine atmış, elindeki telefonla uğraşıyordu. 'Öörl Gıreyini' buyur ettim. Teşekkür etti.
            Daha sonra, teşekkürünü, ardı ardına, ikili açtığı 6 paket şeker izledi. O an, keşke ona ‘fırappiçino’ alsaydım, tatlı krizini keserdi diye düşündüm.
            “Sen ne içiyorsun?” diye sordu. Bu meraklı tavrı hoşuma giderek; “Yha ben ‘koğulombiya’ içiyoğum.” Dedim. Çeneme giren ağrı ile son ‘r’ yi es geçmiştim. Kolombiyamdan bir yudum aldım ve gülümsedim. İticiydim.

13 Temmuz 2012 Cuma

Yollar - Deniz - Vapur


Hani sana demiştim ya;
Sen yürüyorsun,
Ben yürüyorum,
Aramızda yollar,deniz,
            seni bana getiren vapurlar.

            Şimdi anlıyorum; ‘özgür’ olmak neden kuşların kanatlarındadır;
İnsana bir çift kanat verilse; ilk fırsatta uçar gider, sevdiğinin yanına. Özgürlük; bir de budur aslında.
            İstediğin an, istediğin vakit ulaşabilmek sevdiğine.

            Ve ben, şimdi çok daha imreniyorum bu martılara. İstedikleri zaman uçabilirler sevdiklerinin yanına. Hem ‘özgür’ hem ‘beyaz’…
Ama, onlar…sevebilirler mi bu kadar? Görmek isterler mi sevdiğini, bu denli iştahla?

            Yollar; öyle bir yere çıkarır ki seni; bu yerde ‘ilk’ defa, gerçekten sarıldığını hissedersin. İçten bir sarılma, ulaşamayan iki kalbi birbirine, dokunacak kadar yaklaştırır.
           
            Ama ben, şimdi, kırgınım bu yollara, vapurlara… Ne seni bana ulaştırıyorlar, ansızın; ne ben sana ulaşabiliyorum. Onlar ise, her şeye rağmen umarsız…
            
            Ama onlar, bir çok sevgiliyi kavuşturuyor; sessiz sedasız…bu ben olmasam da...

            Ben mi ne yapıyorum?
                        İzliyorum…
Yolları, vapurları…
            İzliyorum…
Ve biliyorum;
            Bir gün seni de bana getirecekler.
                        Bekliyorum…

Ulaşacağım;
            Bekliyorum...

3 Temmuz 2012 Salı

Yazı-Şiir


Senin, önümde,
bana bakarak yürüyüşün...
Her zaman göz gözeymişiz hissini veriyor bana.
Her zaman, karşılıklı duruyor,
birbirimize gülümsüyoruz...

Sen yürüyorsun
Ben yürüyorum
Aramızda yollar, deniz, vapur...

Seninle müziksiz dans edişimiz...
Belki de aynı şarkı çınladı
kulaklarımızda o an.

Belki de biz,
iki farklı müzikte,
aynı dansı oynadık
Birbirimize, kenetlenmiş...