26 Ocak 2013 Cumartesi

Mutlu Yazar


            “Size bu yalnızlık mektubumu mutluluklar içerisinden yazıyorum…” diye başladı ilk satırına yazar. Yanında biraz kuru yemiş ve ikisi sıkılmış dört kutu birası vardı. Yer yer masanın üzerinde kurumuş mürekkep damlaları vardı. Ama yazarın parmakları temiz, klavyenin tuşlarına vuruyordu. Yalnız değildi ya, romantik olmasına da ihtiyacı yoktu.
            “…evet, size sesleniyorum; siz, oradaki yalnızlar ve mutsuzlar! Size bu yalnızlık mektubumu mutluluklar içerisinde yazıyorum. Çünkü ‘düşmanının silahını bileceksin’. Ve ben size düşmanımdan, düşmanınızdan sesleniyorum…” Her bir satırı doldururken içi kıpır kıpır oluyor, mutluluğa daha da çok alışıyordu yazar. Arkada çalan müziğin yükselişine denk getiriyordu yudumlarını. İçerisinde bulunduğu an içine işliyordu. O anın içerisinde, an onun içerisinde…
            “…Burada her şey sizi baştan çıkaracak güzellikte. Muazzam bir devinim var. Kuşların ötüşü bile öyle muazzam geliyor ki kulağınıza, gözlerinizin kör olmaması mümkün değil. Dostlarım! Sizlere düşmanımızdan sesleniyorum; burası fazlasıyla güzel…”
            Yazarın içinde en ufak bir şüphe dahi yoktu; bu yazısını okuyacaklar elbette onu anlayacak ve üzüleceklerdi. Hem onun için hem de kendileri için üzüleceklerdi. Belki sabah yeni uyanmış okuyacaklardı belki de yatmadan hemen önce… Ve her iki durumda da bir ağırlık çökecekti üzerlerine. Yazar kısa yazısına son veren satırlarda;
            “…Bizi burada bekleyen hiçbir şey yok dostlarım! Biz buraya ait değiliz ve asla olamayız. Biz, yalnız doğduk dostlarım ve yalnız öleceğiz. Bu şatafatlı hayatı istemeyiz; biz gözleri açık olanlarız! Sizlere, dostlarım, düşmanımızdan selam yolluyorum. En kısa zamanda görüşmek ümidiyle.”
            Yazar yazısının son noktasını da koyduktan sonra içkisini bir dikişte bitirdi. Alkolün kanına karışmasıyla vücuduna ürperti geldi. Biraz sallandı, başını sağa sola salladı ve geğirdi. Şimdi daha da mutlu olmuştu. Hareketli müzikler birbirini izledi ve yazar mutlu yaşantısına devam etti.
            Fakat onu okuyanlar üzgünlerdi. Yazarın sahip olduklarına sahiptiler, hatta belki de daha fazlasına, ama üzgünlerdi. Yazar, onlara düşmanlarından sesleniyordu, mutluluktan! Onlar yalnızlardı. Anlaşılmayanlar, kandırılanlar ve yargılananlardı. Mutluluğa nefret duyuyorlardı. Öyle bir nefret ki bu, gözlerini kör etmiş ve mutsuzluk nidaları atan bu mutlu yazara inanıyorlardı.
            Bu yazarın dost gibi gözükmesinin tek nedeni; düşmanın yanından dost sözcükleri savurmasıydı. O dostlarından kazanıyor düşmanlarında harcıyordu. Ve bunu büyük bir mutlulukla yapıyordu. Okuyucularının ise tek suçu gözlerini kapamış olmalarıydı.
            -Herkes kör olmuşsa eğer; bu yazıyı yazan kimdi?-

1 Ocak 2013 Salı

"Boşver Abi O Kaybeder"


    --     “Serde alkol damlacıkları vardı. Oda loş ışıklarla ıslanıyor, arasına yastık sıkıştırılmış, hafif açık pencereden gecenin soğuk yalnızlığı içeriyi dolduruyordu. Perdenin bir ucu rüzgarla dalgalanarak ensemdeki tüyleri ürpertiyor, içimi titretiyordu. Yalnız değildim, o da oradaydı. Kaçıncı kadehteyiz ya da ne konuşuyoruz bilmiyorum. Sadece, konuşuyoruz işte. Ses oluyor, kulaklarımıza doluyor, içimizi temizliyorduk. Ya da kirletiyor.
            Soğuk havayı bir nebze kırması için üzerime aldığım hırkanın üzerinden bir iki parça tüy kopararak halının üzerine bıraktım. Havada hafifçe süzülürken tüyler, halıya doğru,  bir yudum daha aldım şaraptan…
            İçerisinde bulunduğum durumun esareti altında vücudum, sergüzeşt dalgalar gibi kayalara apansızca vuruyor, vuruyor, vuruyordu. Ortada duran tahta sehpanın üzerine köhne hayallerimiz yığılmış,  yerlere dökülüyordu. Tutabilmek ne mümkün…
            Gözlerine baktım. Bana bakmıyordu. Belki de gönül gözüydü, bakmamız gereken. Nutkum tutulmuş, kelimeler kifayetsiz kalmıştı. Sessizlik ağlıyordu, sessizlik…”
    --      “Dur lan azıcık.” dedim. “Dur, nerelere girdin, nelerden bahsediyorsun!?”
            Akşam saat 10 civarı, sahilde oturmuş bira içiyorduk. Dertliydi, derdini paylaşmamı istemişti. Buluştuk ve paylaşıyoruz.
Betimlemeler üzerine 3 sigara içmiş bir kutu birayı sıkıp denize fırlatmıştı. Konu tabi ki; ‘kız mevzuuuu’ydu.
   --       “Şunu bi düzgün anlat, betimlemelerin aldı kopardı bizi konudan kardeş, yazık günah.” dedim. Oturduğumuz taş da bir hayli rahatsızdı.
   --      “Ya kardeş ben buna (‘bu diye bahsettiği ölümüne sevdiği o kızdı) o akşam kalabalık içerisinde bir anını yakalayıp hoşlandığımı söyledim. Böyle bi afralar tafralar, görmen lazımdı. Neymiş efendim; ben onun tipi değilmişim. Arkadaş tipimi napacan kaniş köpek seçiyor sanki. Gönlüme bak gönlümeee!...” Kutu biradan aldığı büyük bir yudumla bu duygu ve anlam yüklü konuşmasını taçlandırmıştı. Kıvanç içerisinde onu izliyordum.
   --     “Ee…?”
   --       “Yok kardeş, kabul etmedi. O bana o gözle bakmamışmış. Bende çektim çıktım gittim.”
   --       “E iyi yapmışsın. Üstelememek gerek. Kendisi kaybeder be kardeş.”
            Ve o zerre duygu yüklü olmayan cümle ortaya çıkıvermişti; “kendisi kaybeder.”
   --      “Aynen kardeş. Zaten bir haftalık bi olay bu yani, kapadım ben o defteri. Şimdi onun bi arkadaşı var, çok tatlı kız… Bakalım.” dedi.
            “Yuh!” deyişim o kadar ani oldu ki öksürüklerime karıştı, istifra edecek kıvama gelince tepkimden vazgeçtim.
            Derdi buydu işte; tek bir kelime “…Bakalım.” ‘Kaniş Köpeği’ espirisi ile puan toplayamamış dertli, şimdi “bakalım” diyerek espirisine ciddi bir bakış açısıyla tekrar yaklaşıyordu.
Az önce betimlemelerle ağzından köpük getirircesine coşan, krizler geçiren, şairane duygularla meşk yaşayan bu Asaf, şimdi hacetlenmek için denize adım adım yaklaşıyordu. Zira üzerinde durduğumuz taşlar pek bi rahatsız ve dengesizdi.
            “Sen fena kaybetmişsin be kardeş” diye fısıldadım arkasından ve elimdeki kutuyu sıkıp kenara iliştirdim.