“Size bu yalnızlık mektubumu mutluluklar
içerisinden yazıyorum…” diye başladı ilk satırına yazar. Yanında biraz
kuru yemiş ve ikisi sıkılmış dört kutu birası vardı. Yer yer masanın üzerinde
kurumuş mürekkep damlaları vardı. Ama yazarın parmakları temiz, klavyenin
tuşlarına vuruyordu. Yalnız değildi ya, romantik olmasına da ihtiyacı yoktu.
“…evet,
size sesleniyorum; siz, oradaki yalnızlar ve mutsuzlar! Size bu yalnızlık
mektubumu mutluluklar içerisinde yazıyorum. Çünkü ‘düşmanının silahını
bileceksin’. Ve ben size düşmanımdan, düşmanınızdan sesleniyorum…” Her bir
satırı doldururken içi kıpır kıpır oluyor, mutluluğa daha da çok alışıyordu
yazar. Arkada çalan müziğin yükselişine denk getiriyordu yudumlarını.
İçerisinde bulunduğu an içine işliyordu. O anın içerisinde, an onun içerisinde…
“…Burada
her şey sizi baştan çıkaracak güzellikte. Muazzam bir devinim var. Kuşların
ötüşü bile öyle muazzam geliyor ki kulağınıza, gözlerinizin kör olmaması mümkün
değil. Dostlarım! Sizlere düşmanımızdan sesleniyorum; burası fazlasıyla güzel…”
Yazarın
içinde en ufak bir şüphe dahi yoktu; bu yazısını okuyacaklar elbette onu
anlayacak ve üzüleceklerdi. Hem onun için hem de kendileri için üzüleceklerdi.
Belki sabah yeni uyanmış okuyacaklardı belki de yatmadan hemen önce… Ve her iki
durumda da bir ağırlık çökecekti üzerlerine. Yazar kısa yazısına son veren
satırlarda;
“…Bizi burada bekleyen hiçbir şey yok dostlarım! Biz buraya ait değiliz ve asla olamayız. Biz, yalnız doğduk dostlarım ve yalnız öleceğiz. Bu şatafatlı hayatı istemeyiz; biz gözleri açık olanlarız! Sizlere, dostlarım, düşmanımızdan selam yolluyorum. En kısa zamanda görüşmek ümidiyle.”
Yazar yazısının son noktasını da koyduktan sonra içkisini bir dikişte bitirdi. Alkolün kanına karışmasıyla vücuduna ürperti geldi. Biraz sallandı, başını sağa sola salladı ve geğirdi. Şimdi daha da mutlu olmuştu. Hareketli müzikler birbirini izledi ve yazar mutlu yaşantısına devam etti.
“…Bizi burada bekleyen hiçbir şey yok dostlarım! Biz buraya ait değiliz ve asla olamayız. Biz, yalnız doğduk dostlarım ve yalnız öleceğiz. Bu şatafatlı hayatı istemeyiz; biz gözleri açık olanlarız! Sizlere, dostlarım, düşmanımızdan selam yolluyorum. En kısa zamanda görüşmek ümidiyle.”
Yazar yazısının son noktasını da koyduktan sonra içkisini bir dikişte bitirdi. Alkolün kanına karışmasıyla vücuduna ürperti geldi. Biraz sallandı, başını sağa sola salladı ve geğirdi. Şimdi daha da mutlu olmuştu. Hareketli müzikler birbirini izledi ve yazar mutlu yaşantısına devam etti.
Fakat
onu okuyanlar üzgünlerdi. Yazarın sahip olduklarına sahiptiler, hatta belki de
daha fazlasına, ama üzgünlerdi. Yazar, onlara düşmanlarından sesleniyordu,
mutluluktan! Onlar yalnızlardı. Anlaşılmayanlar, kandırılanlar ve
yargılananlardı. Mutluluğa nefret duyuyorlardı. Öyle bir nefret ki bu,
gözlerini kör etmiş ve mutsuzluk nidaları atan bu mutlu yazara inanıyorlardı.
Bu
yazarın dost gibi gözükmesinin tek nedeni; düşmanın yanından dost sözcükleri
savurmasıydı. O dostlarından kazanıyor düşmanlarında harcıyordu. Ve bunu büyük
bir mutlulukla yapıyordu. Okuyucularının ise tek suçu gözlerini kapamış
olmalarıydı.
-Herkes
kör olmuşsa eğer; bu yazıyı yazan kimdi?-