-- “Serde alkol damlacıkları vardı. Oda loş ışıklarla
ıslanıyor, arasına yastık sıkıştırılmış, hafif açık pencereden gecenin soğuk
yalnızlığı içeriyi dolduruyordu. Perdenin bir ucu rüzgarla dalgalanarak
ensemdeki tüyleri ürpertiyor, içimi titretiyordu. Yalnız değildim, o da
oradaydı. Kaçıncı kadehteyiz ya da ne konuşuyoruz bilmiyorum. Sadece,
konuşuyoruz işte. Ses oluyor, kulaklarımıza doluyor, içimizi temizliyorduk. Ya
da kirletiyor.
Soğuk
havayı bir nebze kırması için üzerime aldığım hırkanın üzerinden bir iki parça
tüy kopararak halının üzerine bıraktım. Havada hafifçe süzülürken tüyler,
halıya doğru, bir yudum daha aldım
şaraptan…
İçerisinde
bulunduğum durumun esareti altında vücudum, sergüzeşt dalgalar gibi kayalara
apansızca vuruyor, vuruyor, vuruyordu. Ortada duran tahta sehpanın üzerine
köhne hayallerimiz yığılmış, yerlere
dökülüyordu. Tutabilmek ne mümkün…
Gözlerine
baktım. Bana bakmıyordu. Belki de gönül gözüydü, bakmamız gereken. Nutkum
tutulmuş, kelimeler kifayetsiz kalmıştı. Sessizlik ağlıyordu, sessizlik…”
-- “Dur lan
azıcık.” dedim. “Dur, nerelere girdin, nelerden bahsediyorsun!?”
Akşam saat
10 civarı, sahilde oturmuş bira içiyorduk. Dertliydi, derdini paylaşmamı
istemişti. Buluştuk ve paylaşıyoruz.
Betimlemeler üzerine 3 sigara
içmiş bir kutu birayı sıkıp denize fırlatmıştı. Konu tabi ki; ‘kız mevzuuuu’ydu.
-- “Şunu bi
düzgün anlat, betimlemelerin aldı kopardı bizi konudan kardeş, yazık günah.” dedim.
Oturduğumuz taş da bir hayli rahatsızdı.
-- “Ya kardeş
ben buna (‘bu diye bahsettiği ölümüne sevdiği o kızdı) o akşam kalabalık
içerisinde bir anını yakalayıp hoşlandığımı söyledim. Böyle bi afralar tafralar,
görmen lazımdı. Neymiş efendim; ben onun tipi değilmişim. Arkadaş tipimi
napacan kaniş köpek seçiyor sanki. Gönlüme bak gönlümeee!...” Kutu biradan
aldığı büyük bir yudumla bu duygu ve anlam yüklü konuşmasını taçlandırmıştı.
Kıvanç içerisinde onu izliyordum.
-- “Ee…?”
-- “Yok
kardeş, kabul etmedi. O bana o gözle bakmamışmış. Bende çektim çıktım gittim.”
-- “E iyi
yapmışsın. Üstelememek gerek. Kendisi kaybeder be kardeş.”
Ve o zerre
duygu yüklü olmayan cümle ortaya çıkıvermişti; “kendisi kaybeder.”
-- “Aynen
kardeş. Zaten bir haftalık bi olay bu yani, kapadım ben o defteri. Şimdi onun
bi arkadaşı var, çok tatlı kız… Bakalım.” dedi.
“Yuh!”
deyişim o kadar ani oldu ki öksürüklerime karıştı, istifra edecek kıvama
gelince tepkimden vazgeçtim.
Derdi buydu
işte; tek bir kelime “…Bakalım.” ‘Kaniş Köpeği’ espirisi ile puan toplayamamış
dertli, şimdi “bakalım” diyerek espirisine ciddi bir bakış açısıyla tekrar
yaklaşıyordu.
Az önce betimlemelerle ağzından
köpük getirircesine coşan, krizler geçiren, şairane duygularla meşk yaşayan bu
Asaf, şimdi hacetlenmek için denize adım adım yaklaşıyordu. Zira üzerinde
durduğumuz taşlar pek bi rahatsız ve dengesizdi.
“Sen fena
kaybetmişsin be kardeş” diye fısıldadım arkasından ve elimdeki kutuyu sıkıp
kenara iliştirdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder