5 Şubat 2012 Pazar

Kanatlar Üzerindeki Yalnız


            “Ben, meleklerin kanatları üzerinde yapayalnız uçuyorum.” Dedi, ince sigarasından çektiği narin nefesi dışarı doğru üflerken. Dudaklarında resmî bir titreklik vardı, rujunu sigaraya bulaştırmamak adına. “Efendim? Anlayamadım.” dedim. Sigarasını kül tablasının yanına iliştirdi, “Ajda bardak”lı çayından bir yudum aldı ve; “Ben biraz çılgınım. Aklım havalardadır. Yani çevremdeki birçok insan böyle söyler benim için, “Onun aklı bir karış havada” derler. Fakat ben çok duygusalımdır. En ufak bir şey olsun, onu düşünmekten gece gözüme uyku girmez. Şimdi söylesene bana, hem aklı havada olup hem de nasıl böyle derin düşünceli olabilirim !?” Sorusunu sorarken, içerisine cevabı büyük puntolarla iliştirmişti adeta. Cevap, bas bas bağırıyordu zaten. “Haklısın.” Diyebildim. Onu onaylamalıydım çünkü.
            Birkaç dakika sessizlik oldu. Bu sırada önümüzde duran “Ajda bardak”lı çaylarımızı höpürdetmemeye özen göstererek içtik. Sıcak çay dudaklarımıza vurunca, canımız acıyor, aldığımız yudumu yutamadan titrek dudaklarımızla bardağa geri döküyorduk. Çaydan yutamamış, dudaklarımızın yanığıyla yetiniyorduk. Çayın biraz soğuması için oturduğum yerde biraz gerilerek etrafı izlemeye koyuldum.
            Sahil üzerinde, nargile ve biranın aynı anda verildiği rezil bir kafede oturuyorduk. Nargile, nefesini bastırıyor, içtiğin bira zehir oluyordu. Etraftaki masaların birkaçında, evdeki jöle kutusunun dibini sıyırarak saçına boca etmiş birkaç “delikanlı” vardı. Beş kişi bir nargile içiyor, sipsiler can çekişiyor, flaşlar; sivilceli yüzlere ve “çok sert” jölelere patlatılıyordu.
            “Ben çok yalnızım ya.” Diyerek sessizliğimizi bozdu. Çayı soğumuş olmalıydı ki yarısını içmişti. Ben de elimi bardağıma götürerek bir yudum aldım. Yutabiliyordum. “Senin gibi güzel bir kız nasıl yalnız kalabilir ki?” diye alaycı bir tavırla sordum. Gülümsüyordum. Başını önüne eğdi, “kikirdedi.” Bu hareket ile sanırım zihnimde daha “sevimli” olacaktı. Olmadı.
            “Teşekkür ederim. Ancak bundan da çok çektim. Beni gerçekten seven birisini hiç bulamadım. Erkeklerin hepsi aynı; düz, basit, duygusuz ve odun. Kendimi çok yalnız hissediyorum. Yalnızca bir tane dostum var. Her zaman yanımda olmuştur. Çok severim ben onu. O bana gelir kalır, ben ona giderim kalırım. Çok samimiyizdir onunla. Ama ben toplum içerisindeki yalnızlardanım. Bu dünyada kimse kimseyi gerçekten sevmiyor. Herkes birbirinin arkasından iş çeviriyor. İnsanlar ikiyüzlü, güvenilmez...” sözlerini, dönemin hit parçalarından olan “I’m Sexy and I Know It” isimli parça ile çalan telefonu böldü. “Af edersin. O bahsettiğim dostum arıyor.” Dedi. “Lütfen, buyur.” Dedim. Pembe kapaklı telefonunu kulağına götürerek:
            “Aloooooo! Bebeğiiiiimmmmm! Ah iyiyim bebitom, sen nasılsın? Ne yapayım bir arkadaşımla oturuyorum. A aa! Gerçekten mi bebitom? Demek seni feysbuktan kabul etti ha. E hadi bakalım darısı bizim başımıza...”
            Telefonda karşılıklı kikirdemeleri eşliğinde “Ajda bardak”lı çayımı bitirdim. Konuşmanın yalnızca bu kısmına kadar dinleyebildim.
            Onunla bir daha hiç görüşmedik. O kızla çıkmaktan da vazgeçmiştim. Zira, buluşmamızdan bir hafta sonra feysbukta yeni bir ilişkisi olduğunu görecektim.
            “Ayyhhhh bebeğimmm hayırlı ossunnnn...! xD”
            “Saol bebitom! Darısı senin başına ehe ehe xD”



-kurmacadır. yaşanmamıştır.-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder