‘Abidik gubidik’
isimli içeceklerin olduğu o kafede buluştuk. Üzerinde çiçek desenleri olan
bir elbise, ayaklarınada turuncu olduğunu tahmin ettiğim, fakat yılların
yüküyle rengini bırakmış bir çift babet iliştirmiş. ‘İliştirmiş’ diyorum, çünkü
babet; ayak parmaklarıyla bile ‘dekolte’ verebilenlerin yegane pabucu.
Üzerimde
mavi bir gömlek var. Onu, krem rengi kaprim ile ‘kombinledim’. Kısa
çoraplarımın hepsi yıkanıyor olduğu için; uzun çoraplarımdan koyu olanları
giyip,bileğime doğru kıvırmıştım.
Kafenin
önüne ‘atılmış’ bir masaya geçtikten sonra; ne içersin diye sordum;
kişisel-servis’ti (self-service’yi böyle çevirdim), ben gidip alacaktım. ‘Öörl
Gırey’ içmek istediğini söyledi. Tabi dedim. Kasaya doğru emin adımlarla
ilerlerken; ‘Siyah çay’ ‘Koyu çay’ ‘Ya usta varya hani pakedi siyah bi
çay’ gibi kelimeleri-cümleyi aklımda
çeviriyor; kendimi ‘öörl gırey’ demekten gayri ihtiyari kurtarmaya
çalışıyordum.
Kasaya
vardığımda, önümdeki ‘hanımefendi’nin alışverişini, bir elim çenemde, hayranlıkla
izledim. Kurduğu cümleler, kullandığı
kelimeler o kadar akıcı ve seri bir şekilde ilerliyor ki; dili, ağzının içinde
bir o yana bir bu yana, aşkla, şevkle dans ediyor gibiydi kelimelerle:
-Bu alıntıda, cümlenin, kelimeleri ve kullanım hataları tamamiyle korunmuştur-
“Ben bi karamel moçiyato istiyorum. Yanında moka frappiçino istiyorum. Sonraa… bi de veri beri muffin olsun. Yha bu kıroyisantların kaşarlı olanlarından var mı? Ben peynir sevmiyorum da! Bi de ne kadardı bu?”
“Ben bi karamel moçiyato istiyorum. Yanında moka frappiçino istiyorum. Sonraa… bi de veri beri muffin olsun. Yha bu kıroyisantların kaşarlı olanlarından var mı? Ben peynir sevmiyorum da! Bi de ne kadardı bu?”
Akıcı
konuşmasını soru ile bitiren bu frappiçinolu hanım tüm ilgiyi, parmağını
dayadığı camın ardında duran, ekmek arası peynir –domatese çekti. Kasiyer ile
birlikte bu ‘muazzam’ gıdaya çevirdik gözlerimizi. Ardından duyduğumuz fiyat, frappiçinolu hanım ile beni bayağı şaşırttı; 5TL.
Frappiçino
hanım bu fiyata “Yhaaa! Çok ucuz!” diye tepki verirken, ben, içimden; “Ben evde
çok daha ucuza yaparım lan. Hem çeşitte var. Salçalı ekmek, sucuklu ekmek…” dedim.
Sıra
bana geldiğinde; “Bi tane ‘siyah çay’ bi tane de ‘sütlü kahve’ alabilir miyim?”
dedim. “Çayınız fincanda mı olsun efendim?” diye sordu. Çayda herhangi bir
sorun yaşamamış olmamız beni mutlu etti. Ağzımı geğdirmeden kolaylıkla işimi
halletmiştim. “Evet, lütfen.” Dedim. “Peki, kahveniz filtre kahve mi olacak?”
diye sordu. “Süt var mı onda?” dedim. “Yok” dedi. “Sütlüsünden olsun ya, ben
pek isimlerini bilmiyorum da..” diyerek bir gülüş kondurdum yüzüme. Gülüşümün iticiliğini; peynir-ekmeğin vitrin camında yansıyan yüzümü gördükten sonra fark
ettim ve hemen toparlandım. “Orta boy mu?” diye sordu. Artık “efendim” hitabı
kalmamıştı ilişkimizde. Bu isimleri bilmeyen birisine nasıl “efendim” diyebilirdi ki?! O an; Fırappiçinolu ‘hanımefendi’ye imrendim. “Küçük boy olsun.” Dedim.
Tutarı
söyledikten sonra cebimden 20TL çıkararak ona uzattım. Parayı iyice açtı,
gerdi, ışıklara doğrulttu ve kasaya yolladı. O sırada kasaya yaklaşan bir diğer
arkadaşına, para üstü seromonisini devrederek içecekleri hazırlamaya koyuldu.
O
sırada, kasaya gelen yeni arkadaş, 20TL mi hafifçe havaya kaldırarak; “Buradan
bi ‘öörl gırey’ bi de kolombiya mı alıyorum?” diye sordu.
Sütlü
kahvem, 'Sütlü Kolombiya' olmuştu.
İçecekleri
aldıktan sonra masaya geri döndüm. Bacak bacak üzerine atmış, elindeki telefonla
uğraşıyordu. 'Öörl Gıreyini' buyur ettim. Teşekkür etti.
Daha
sonra, teşekkürünü, ardı ardına, ikili açtığı 6 paket şeker izledi. O an, keşke
ona ‘fırappiçino’ alsaydım, tatlı krizini keserdi diye düşündüm.
“Sen
ne içiyorsun?” diye sordu. Bu meraklı tavrı hoşuma giderek; “Yha ben ‘koğulombiya’
içiyoğum.” Dedim. Çeneme giren ağrı ile son ‘r’ yi es geçmiştim. Kolombiyamdan
bir yudum aldım ve gülümsedim. İticiydim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder